Anarşist bir ütopya
Yıllar sonra dinle yeniden barışsa bile Hıristiyanlık inancına kendi yorumunu getirmişti. İnsan sevgisine dayanan, şiddete karşı, zenginliği kötülük sayan bu inancıyla yönetici kesime güvensizliği ve aristokrat sınıfa duyduğu öfkesi değişmemişti. Öyle ki hayatının son döneminde mülkiyetini köylülere paylaştırmış, bir köylü gibi giyinmiş, elleriyle çalışmağa başlamış, et yemekten vazgeçmişti. Sözün kısası, bütün kurumlarıyla şiddet ve hırsızlık üzerine kurulu devlete karşı anarşist bir ütopya kurmuştu Tolstoy.
Tolstoy’un romancılığını ve felsefesini ortaya koyan en önemli yapıtları ‘Savaş Barış’, ‘Anna Karenina’ ve ‘Diriliş’ romanlarıdır. ‘Savaş ve Barış’ı sonraya bırakalım. Farklı sınıflardan gelmekle birlikte her iki romanda kahramanlar kadındır ve aşklarının kurbanı olurlar. İlk bakışta hikâyeleri melodram klişesi gibi, hatta adaptasyon yerli dizilerimiz için de pek vaatkâr görünüyorlar. Ne var ki, büyük bir yazar olarak Tolstoy, insani dramların arkasına bakmaya niyetli. Zengin kesimden Anna Karenina ile hizmetçi Katyuşa’nın kötü kaderlerini kesiştirenin Rus toplumuna derinlemesine nüfuz etmiş çürüme olduğunu gösteriyor Tolstoy. Öyle ki, fahişelik yapmak zorunda kalan Katyuşa’yı ahlaki açıdan bir papazdan üstün tutmaktan çekinmeyecektir.
Özellikle ‘Anna Karenina’da kahramanın iç dünyasını ve aşkı çok çarpıcı bir biçimde işlemiş ama yaşadığı dönemin geçilmez sınırlarına takıldığı yerler de var. Mahrem olanın dile getirilememesi 19. yüzyıl edebiyatının ciddi bir zaafı. Aşktan, mutsuz evliliklerden, iğfal edilerek düşürülmüş kadınlardan, fahişelikten söz etse bile cinselliğin alanına Tolstoy da giremiyor. Eksikliğinin üzerinden karakter analizlerini, adalet ve ahlak eleştirisini öne çıkararak gelmiş. Her iki romanın düşünsel arka planında ahlaki bir tutum yer almakla birlikte, özellikle ‘Diriliş’ romanında adalet kavramı öne çıkıyor. Hukukun güçlüden yana olduğu adaletsiz bir toplumsal düzen..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder